Yvonne Farrell ve Shelley McNamara
Mimari yaklaşımlarında, binanın ait olduğu “yerin” kültürü ve bağlamıyla ilişki kuran; o kentin dokusuna en uygun yapılar tasarlayıp inşa eden Dublin merkezli Grafton Architects'in kurucu ortakları Yvonne Farrell ve Shelley McNamara araştırmacı yönleri sayesinde edindikleri derin mekan anlayışıyla bir yandan güncel ve modern olmayı başarıyorlar.
Büyük ölçekli yapılardan en küçük detaylara kadar tasarım ve yapım süreçlerini açıkça ortaya koyan mimaride dürüstlüğü öne çıkaran ikilinin bu yaklaşımı özellikle mütevazı bütçeli binalarda büyük bir etkinin hissedilebileceği bu ayrıntılarda sık sık karşımıza çıkıyor. “Stüdyolarını yönetme biçimleri ve "meslektaşlarına karşı cömertlikleri" nedeniyle 2020 Pritzker Prize’ı kazanan Farrell ve McNamara, bu prestijli mimarlık ödülü kazanan Zaha Hadid, Kazuyo Sejima ve Carme Pigem’den sonra dördüncü ve beşinci kadınlar oldu. Pritzker Prize jürisi ödül açıklamasında, bu mimarlık ikilisinin "geleneksel olarak erkek egemen bir meslek olan ve bugün de öyle olmaya devam eden bir alanda öncü "kimliklerini ve "örnek gösterilen mesleki kariyerlerini oluştururken başkalarına da ilham veren” kişiliklerini öne çıkarıyordu.
Hümanizm, Sanat ve Cömertlik
2018'de Venedik Mimarlık Bienali direktörlüğünü yürüten ortaklardan biri olan McNamara, verdiği bir demeçte " Hümanizm, zanaat, cömertlik ve her yapının bulunduğu yer ve bağlamla olan kültürel ilişkisi gibi mimarlık mesleğinin ahlaki değerlerine uygulayabileceğimiz her alanda sahip çıktık ve bu uğurda hep mücadele ettik. Bu yüzden uzun yıllar boyu ürettiğimiz çalışmalarımızın takdir edilmesi son derece sevindirici" diyordu. Kırk yıldır birlikte çalışan ve mimarlığı insanlığa hizmet etmenin bir yolu olarak algılayan ikili, bir projeye başlamadan ve binanın konumuma ve barındıracağı işlevlere karar vermeden önce her koşulda ana ilke olarak binanın ve mekanların kullanıcılarıyla görüşerek yol alıyorlar.
Dublin Üniversite Üniversitesi (UCD) Mimarlık Okulu’nda öğrencilik yıllarında tanışan Yvonne Farrell (1951) ve Shelley McNamara (1952), öğrencilikleri sırasında da kurumun önceden var olan düşünce ve kültürüne meydan okuyan mimarlar ile çalışma fırsatı bulmuşlar. 1976’da mezun olduktan sonra, UCD’de mimarlık eğitimine de katkıda bulunmak da meslek hayatlarının bir parçası olur. “Mimarlık öğretimi, bizim için her zaman paralel bir gerçeklik olmuştur” diyor Farrell, “bu deneyimimizi damıtmanın ve onu diğer kültürlere aktarmaya çalışmanın bir yolu.”
Bir Kereste Hikaye Kitabı; Anthony Timberlands Center
Arkansas Üniversitesi'nde Anthony Timberlands Tasarım ve Malzeme İnovasyonu Merkezi için önerilen projeler arasında Grafton Architects’in tasarımı uygulamaya hak kazandı. Fay Jones Mimarlık ve Tasarım Okulu'nun bir parçası olan yeni uygulamalı araştırma merkezi, üniversitenin Windgate Sanat ve Tasarım Bölgesi’nde yükselecek. Fay Jones Okulu'nun çeşitli kereste ve ahşap tasarım girişimlerinin merkez üssü olması hedeflenen bina, okulun tasarım-inşa programını kapsayan mevcut ve genişleyen alanlarını ve fabrikasyon teknolojileri laboratuvarlarını barındıracak. Ayrıca okulun kereste ve ahşap tasarımı konusunda yeni gündeme gelen yüksek lisans programının da yeni yuvası olarak hizmet vermesi düşünülüyor.
Bir Kereste Hikaye Kitabı olarak tasarlanan yeni Anthony Timberlands Center, "yeni binanın hem yapısal iskeleti hem de çevreleyen kabuğu olarak kerestenin çok yönlülüğünü" sergiliyor. Farrell da aslında binanın kendisinin de “kullanılan çeşitli ahşapların gücünü, rengini, dokusunu, dokusunu ve güzelliğini sergileyen bir öğretme aracı olarak yükseldiğini" vurguluyor. Yerel iklime ve yerel ihtiyaçlara yanıt veren bina, öğrencilerine kamusal alana da açık olan son teknoloji bir eğitim tesisi sunuyor. Fayetteville'in kentsel peyzajı için bir çekim noktası yaratan, Grafton Architects’ın önerisi daha önce Ağacın İzinde Mimar köşemizin de konukları olan Dorte Mandrup ve Shigeru Ban’ın da finale kaldığı altı proje arasından seçilmişti.
Bina ve Çevre Arasında Diyalog
Doğal ışığın bir binanın derinliklerine nüfuz etmesine ve hareketlendirmesine izin veren mimari yapılarında, çatı pencerelerinden veya üst kat pencerelerinden gelen ışık akışları iç mekanlara sıcaklık ve görsel cazibe katıyor; sakinlerin mekan içindeki hareketini kolayca yönlendirmelerine yardımcı olurken; dış ve iç arasındaki bağlantıyı da sağlıyor.
İnsan ölçeğini korumak yüksek ve geniş binalarda samimi ortamlar elde etmek için orana hakim olan Farrel ve McNamara, Solstice Arts Center’da (Navan, İrlanda 2007) konturlu bir tiyatro sahnesiyle seyirciler ve sanatçılar arasında fiziksel bir yakınlık yaratmış. Açık alanların, pencerelerin, cam perde duvarların ve açık tavanların cömert yerleştirilmesi, doğal ışığın odalardan geçerek filtrelenmesine izin veriyor, büyük ve küçük alanlarda ışık vurguları yaratıyor.
Pritzker Prize jürisinin de vurguladığı gibi, “Büyük kurumsal binalardan konutlara kadar her ölçekte, anlamsız jestlere başvurmadan hem anıtsal varlığı olan hem de parçalara ayrılıp daha samimi mekanlar üretip detaylandırma” yetenekleri Lima, Peru'daki Üniversite Kampüsü UTEC (2015) veya Universita Luigi Bocconi'deki Ekonomi Okulu Binası (2008) gibi büyük binalarda da kendini gösteriyor; farklı boyutlardaki alanların ve hacimlerin bileşimi yoluyla insan ölçeğine ulaşmayı başarırlar. “Mimarlık insan yaşamını çevreler; bizi o yere ait kılar ve başka hiçbir disiplininin yapamayacağı bir şekilde dünyaya bağlar” diyen McNamara, binalar ve çevreler arasında oluşturdukları diyalogların, hem işlerine hem de mekana yeni bir değer kattığını öne sürüyordu.



DİĞER YAZILAR
Yorum Yaz